Yemek yemenin sadece fizyolojik açlık ihtiyacını doyurmaktan
öte olduğunu ifade eden Tokaç, “Yemek yemek aslında yaşamın devamını sağlayacak
temel ihtiyaçlarımızdan fizyolojik ihtiyaçlarımız için gerekli olsa da bazen
haz alma durumuna dönüşebiliyor. O zaman da sadece acıkan karnı doyurmanın
ötesinde; yemeği yapma-seçme anından başlayarak hazırlama ve sonunda yeme anına
kadar hepsinden ayrı bir haz alınabiliyor. Son yıllarda daha da arttığını
gözlemlediğimiz televizyon yemek programları, telefon programları, yemekle
ilgili internet sayfalarının yoğunluğu yemeğin sadece doymak ihtiyacından
fazla; zevk haline geldiğini gösteren bir durumdur. Yemek yemenin kendisi başlı
başına bir sorun olmamakta; ancak yemekle alınan enerji harcanan enerjiden
fazla olduğunda sorunlar başlamaktadır. Günlük alınan enerjinin harcanan
enerjiden fazla olması durumunda, harcanamayan enerji vücutta yağ olarak depolanmakta
ve obezite oluşumuna neden olmaktadır.” dedi.
Araştırmalara
göre son yıllarda gerek çocuklarda gerekse yetişkinlerde obezitenin arttığına
dikkat çeken Uzman Psikolog Naciye Tokaç, şöyle konuştu:
“Her
fazla kiloyu obez olarak nitelemek de doğru değildir. Bunun için vücut kitle
endeksinin hesaplanması gibi belirli kriterler vardır. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) obeziteyi, sağlığı bozacak ölçüde
vücutta aşırı yağ birikmesi olarak tanımlanmıştır. Bu denli önemli olan ve
sadece kilolu(!) olmaktan öte bir durum olan obezite ile nasıl baş edilmeli?
Obeziteyi sadece genetik ve fizyolojik faktörlerle açıklamak yeterli olmamakta;
eğer obezitenin üstesinden gelinmek isteniyorsa psikolojik faktörlerinde
yadsınmaması gerektiğini düşünüyorum. Öncelikle yemenin insan için ne anlama
geldiğini anlamaya çalışalım. Bilindiği gibi beslenme; anne karnında başlayarak
yaşamın sonlandığı ana kadar devam eden yaşamın vazgeçilmez bir ihtiyacıdır. Yemenin
önemli olan noktası içe-almadır. İçe alma sadece ağız aracılığı ile değil, tüm
duyu organları ile yapılmakla birlikte; en önemli bölümü ağız bölgesidir. İçe
almak almak, elde etmektir. Yani kişi yeme işlevi sırasında sadece doymakla
meşgul değildir, aynı zamanda almanın, elde etmenin de hazzını yaşamaktadır.
Böylece yemek yemenin neden bu kadar zevk veren bir faaliyet olduğunu da
anlayabiliriz. Bir diğer nokta ağız ve çevresinin insan için erojen bölge
özelliği taşımasıdır. Bebek doğumdan birinci yılın sonuna kadar olan dönemde
dışarıdan verilen bakıma bağımlıdır. Ağız ve dudaklar onun en önemli
ihtiyacının giderildiği bölgeler olması nedeniyle haz duygusu o bölgelerde
toplanmıştır. Emmek haz duyma amacıyla yapılmaktadır.
Bu
dönemde oluşabilecek herhangi bir sorun, saplanma, travma bireyde bazı
sorunlara yol açmakta; bağımlılık ve edilginlik gibi davranışlara neden
olmaktadır. Obezite bu dönemde yaşanabilen bir saplanmanın ürünüdür. Obezite
sorunu yaşayan bireylerin kişilik özelliklerine bakıldığında çoğunlukla
bağımlı, edilgin özellikler görülebilmektedir. Bebeklik döneminde aşırı
doyurulma veya yoksun bırakılmak ta ileride yeme sorunlarına yol
açabilmektedir. Tüm bu bilgiler sonucunda obezitenin sadece sağlıklı beslenme ile ilgili bir konu olarak ele alınmaması gerektiği; önemli bir ruhsal
sorunun varlığına da işaret edebileceği düşünülmelidir. Obezite varolan ruhsal
sorunların sonucu olarak ortaya çıkabileceği gibi bazı psikolojik sorunlar da
kişinin kilo artışı sonrası ortaya çıkmaktadır.
Obezite
ile ilgili en önemli psikolojik sorun depresyondur. Çocuklarda depresyonun
obeziteye neden olduğu bilinirken; yetişkinlerde ise obezite ardından depresyon
durumu ortaya çıkmaktadır. Depresyon rahatsızlığını yaşayan birçok kişiden
fazla yemeye başladığını duymuşsunudur. Obezitesi olanların yaklaşık yüzde
50’sinde klinik depresyon durumuyla karşılaşmaktayız. Depresyon sonrası kilo
artışının genellikle rahatsızlığın tedavisi sonrası ortadan kalktığı
görülmektedir. Kilo artışı ile birlikte kişinin kendi bedeninden hoşnutsuzluğu
ortaya çıkmakta; kendisini daha az güzel/yakışıklı bulmakta, beğenilme kaygısı
ortaya çıkmakta; giydiklerini kendisine yakıştırmamakta; içe çekilme görülmektedir.
Bu durum da kişide depresyona davetiye çıkarmaktadır. Obezite durumunda tedavi
aşamasında sadece diyet programının yeterli olmadığını birçok kişi kabul
edecektir. Pazartesi karar verilen ve başlanan birçok diyet programı sadece
birkaç gün ancak sürmektedir. Bunun nedeni kişinin yeme ile ilgili sorununa
başka sorunların özellikle psikolojik sorunların da eşlik ettiğidir. Obezite
tedavi programı uygulamak isteyen kişinin kendi yeme alışkanlıklarına uygun
olabilecek bir diyet programı yanında psikolojik destek almasının da gerekli
olduğunu düşünüyorum. Kişinin stresle baş etme becerisinin geliştirilmesi,
kişilik özelliklerinin yeme alışkanlığı-davranışını nasıl olumsuz etkilediği,
iş ve yaşam koşulları, çevresel-sosyal desteklerinin geliştirilmesi gibi birçok
alanda desteğin kendisine fayda sağlayacağı kanaatindeyim. Bazı kişilerde doyma
noktasının neredeyse olmadığı, yemeğin sonunun gelmediğini görmekteyiz. Bu
durumda kişi aslında yemekle haz almakta, doyum sağlamaktadır. Tabiî ki bu
sağlıklı bir doyum sağlama değildir. Kişi kendisini bu duruma iten nedenleri
değerlendirmeli, gerçek doyum sağlama araçlarını bulmalıdır. Yeme davranışında
bir diğer önemli nokta da kişiyi yemeye iten nedenlerin bulunmasıdır. Sadece
açlık dürtüsü mü, yoksa dürtü kontrol sorunu mu?”